17 Ağustos 2009 Pazartesi

Hadislerin Yazıya Geçirilmesi ve Toplanması

Hadislerin Yazıya Geçirilmesi ve Toplanması
RİVAYET LİTERATÜRÜNÜN GELİŞİMİ
Prof. Dr. M. Fuad Sezgin
Hadis litaratürünün gelişimi şu aşamalarda gerçekleşmiştir:
a) Kitâbetü'l-hadîs, sahâbe ve erken tâbiîn döneminde hadislerin sahîfe ve cüz denen defterlere yazılması.
b) Tedvînu'l-hadîs, dağınık olarak kaydedilmiş malzemenin birinci asrın son çeyreği ve ikinci asrın ilk çeyreğinde bir araya getirilmesi.
c) Tasnîfu'l-hadîs, takribî olarak 125 senesinden sonra hadislerin muhtevaya göre düzenlenmiş bâblarda tasnif edilmesi. H. II. asrın sonlarına doğru bu türün yanında, hadis tasnifinin sahâbe ismine göre yapıldığı 'musned' denen diğer bir tasnif türü ortaya çıkmıştır.
H. III. asırdan önceki dönemde sistematik eserler ele alınmış, modern literatürde belki tam isabetli olmayarak fıkıh bâblarına göre düzenlenmiş 'câmi' diye isimlendirilen ve Goldziher'in "ilk sistematik tertiplenen hadis kitapları" olarak mütalâa ettiği derlemeler yazılmıştır.
Hadis literatürünün gelişimine dair sahip olduğumuz bu tasavvur, bu sahanın başlangıcına dair haberlere, o dönemden bize ulaşan yazılara ve müelliflerinin o dönemde eserlerini zahiren şifahi olarak rivayet etseler bile, birbirlerinden yazılı olarak almış olduklarını gösterebilen malzemenin gözden geçirilmesine dayanmaktadır.
Erken döneme ait malumat kısmen A. V. Kremer, Sperenger ve Goldziher'ce malum olup, bunların doğruluğundan şüphe edilmemişti. Müteakip gelişimi ele alan Goldizher tedvîn ve tasnifin başlamasına dair malumatı çürütmeye çalışmıştır. Çalışması etraflıca ele alınıp esaslı bir tenkide tâbi tutulduğunda, onun meseleyi inceden inceye tetkik ettiği intibaı elde edilmemektedir. Her şeyden önce o, hadisin tedvin ve tasnifi arasındaki farkı görmemiş ve böylece ilgili haberleri birbirleriyle karıştırmış görünmektedir.
Bazı Emevî hükümdarlarının hadislerin yazılmasına vesile oldukları malumdur. Bunlar arasında görünüşe göre Ömer b. Abdülazîz (101/720) bu hususta özel bir ihtimama sahip olup Ebu Bekr b. Muhammed b. Hazm'a (120/737) şu talimatı vermişti: "Bak, Peygamber'in hadisinden veya Sünnet'inden veya Amra ve benzerlerinin hadisinden ne bulunuyorsa onları yaz; zira ben ilmin yok olması ve ulemanın kaybolmasından endişe ediyorum." Mâlik'e göre halife, Ebû Bekr b. Hazm'ın çalışmasını göremeden vefat etmiştir. Ebû Bekr b. Hazm'ın oğlu Mâlik'e bu mecmuaların kaybolmuş olmasından yakınmaktadır. Ancak hadisleri ilk kez bir araya getiren kişi olmakla Ebû Bekr b. Muhammed b. Hazm değil, onun muasırı olan Zuhrî (125/742) övünmektedir. Farklı sahalardaki ilk yazılı malzemeler, isnadın gelişimi ve hadislerdeki isnad zincirlerinin incelenmesine dair haberler, bizleri, o dönemin böyle bir literatür faaliyeti için gerekli olgunluğa eriştiğine ve Zührî'nin hadislerin toplanmasında büyük bir rol oynamış olduğuna ikna etmektedir.
Tasnîfu'l-hadîs, yani hadislerin bâblara göre düzenlenmesi Emevî dönemi monografi tarzının müteakip bir gelişimi olarak görülmelidir. Tasnîfu'l-hadîs İslâmî ilimlerde genel olarak câmilerin ortaya çıktığı bir dönemde başlamıştır. Ebû Tâlib el-Mekkî (386/996) bu faaliyetin mümkün en eski tarihi olarak hicrî 120–130 yıllarını belirlemektedir. En eski musannıflardan olarak Mekke'de İbn Cüreyc (150/767), Yemen'de Ma'mer b. Râşid (153/770), Basra'da Hişâm b. Hassân (148/765) ve Sa'îd b. Ebî Arûbe, Kûfe'de Sufyân es-Sevrî zikredilebilir. Bu dönemin bize ulaşan en eski eserleri Ma'mer b. Râşid'in Câmi'i, Sa'îd b. Ebî Arûbe rivayetiyle Katâde'nin Kitâbu'l-menâsik'i, Rebî b. Habîb el-Basrî'nin (170/786) el-Câmi'idir.


Prof. Dr. M. Fuad Sezgin
Hadislerin İlk Yazılı Kaynakları:

Hadis edebiyatının kaynaklarıyla alâkalı ilk ve belki de en mühim mesele, hemen hemen hadisler kadar eski olup, onların yazı ile tespit edilmesine cevaz veya ademi cevazın vârid olup olmadığı yolunda açılan münakâşalar ve bunların neticelerine aittir.
Hadislerin yazıyla tespitini yasaklayan veya yazılmış hadislerin imhâsını emreden buna mukabil, hafızasının zayıflığından şikâyet edenlere "sağ elinden faydalanmasını" tavsiye eden hadislerin bazen bizzat Peygamber'den bazen de aynı sahâbîden veya birçok sahâbeden nakledilmesi keyfiyeti veya takyîdin (sınırlama) aleyhindeki rivayetlerin mevcudiyetine rağmen yazı ile tespit faaliyetinin zarureti henüz nisbeten erken bir devirden itibaren mezkûr tezadı ortadan kaldırmayı hedefleyen tevilci bir faaliyetin ortaya çıkmasına âmil olmuştur. İbn Kuteybe, tenakuzu ya Sünnet'in Sünnet ile neshi veya yazıya vukufları yahut bilgi seviyeleri bakımından birbirinden farklı bulunan sahâbenin bazısına bu hususta müsaade verildiği, bazısının ise bundan mahrum bırakıldığı şeklinde tevil eder. Bu meseleyi ciddi bir tenkide tâbi tutup aşağı yukarı halleden ilk kimse el-Hatîb el-Bağdâdî (463) olmuştur. O, mezkûr meselenin halline tahsis ettiği Takyîdu'l-ilm adındaki eserinde birbirine mütenakız malzemeyi sistemli bir şekilde toplamış, leh ve aleyhteki haberleri âdeta kronolojik bir tasnife tâbi tutarak hadislerin yazı ile tespiti lehindeki tabiî tekâmülün seyrini başarılı bir şekilde çizebilmiştir. O, meselenin halline dair düşüncelerini şöyle ifade ediyor:
"Demek ki, İslâmiyet'in ilk devirlerinde, Kur'ân'dan gayrı şeylerin Kur'ân'a benzetilmesi ve Kur'ân bırakılıp da başka şeylerle uğraşılmaması için, yazıyı hoş görmüyorlardı."
Yazı ile tespitin lehinde istişhad (açıklama) eden birçok hadise mukabili aleyhteki rivayetlerin birkaç asır boyunca ileri sürülmesi, hatta bunların bizzat hadisleri yazanlar tarafından tekrarlanıp durması keyfiyeti bize kitâbetten nehy işinin başka bir vechesini göstermektedir. İşaret edilen bu râviler herhalde elde ettikleri bilgiyi sadece kağıtta bulundurup asla hafızalarına yerleştirmeyen kimselere karşı bu kâbil haberleri birer ihtar olarak ileri sürüyorlardı.
Yazıyla tesbite karşı mütereddit bir vaziyet takınan kimselerin yanında, kitabeti, hadisin daha çok kullanılan tabiriyle ilmin şartı addedenler de vardı. Daha tâbiîn asrında yazılı olmayan ilmin ilim addedilemeyeceğini söyleyenlere rastlamak mümkündü. Tâbiîn zamanında ve hatta daha sonraki devirlerde yazıyı ayıplayanların bulunduğunu da görmek mümkündü. Fakat onlar ehemmiyetsiz bir azınlık idiler.


Prof. Dr. Ahmet Yücel
Bilgilerin gelecek nesillere aktarılmasında yazının önemli bir unsur olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Ancak aslına uygun ve güvenilir bir şekilde nakil için bilginin kayda geçirilmesinin tek başına yeterli olmadığı da bir başka gerçektir. Zira geçmişe ait herhangi bir bilginin sahihliği yazılı olup olmamasının ötesinde öncelikle onu nakledenlerin güvenilirliği ile ilgilidir. Nitekim nice yazılı bilgi ve belgenin sahte olduğu bilinmektedir. Bu sebeple araştırmamızda rivayetlerin güvenilirliğinde yazının fonksiyonu hususunu bir tarafa bırakıp başlangıçtan itibaren hadislerin yazılı nakli konusunu tarihî bir vakıa olarak incelemeyi amaçlamaktayız.
Hadislerin yazılı nakli konusunun kitabet, tedvin ve tasnif adlarıyla tanımlanan ve birbirini takip eden üç ayrı dönemi kapsadığı bilinmektedir. Bu dönemlerde hadislerin yazılı nakli hususundaki farklı söz ve tavırların doğru anlaşılabilmesi öncelikle Hz. Peygamber'in hadislerin yazılması konusundaki tutumunun ortaya konulmasını zarurî kılmaktadır. Zira Hz. Peygamber'den hadislerin yazılmasını hem yasaklayan hem de buna izin veren ve görünüşte birbiriyle çelişen hadisler nakledilmiştir.

Hadislerin Yazılmasını Yasaklayan Rivayetler

Hz. Peygamber'in hadislerin yazılmasını yasakladığı, yazmak isteyen sahâbîlere izin vermediği ve yazarken gördüğü şahıslara engel olduğu yolundaki hadisler Ebû Mûsâ el-Eş'arî (ö. 42/662), Zeyd b. Sabit (ö. 45/665), Ebû Hüreyre (ö. 58/678), Abdullah b. Abbas (ö. 668/687), Abdullah b. Ömer (ö. 73/693) ve Ebû Saîd el-Hudrî (ö. 74/693) olmak üzere altı ayrı sahabeden rivayet edilmiştir.
Bu rivayetler şöyledir:
Ebû Mûsâ el-Eş'arî Hz. Peygamber'in "İsrâiloğulları bazı kitaplar yazıp sonra onlara uymaları sebebiyle Tevrat'ı terketmişlerdir" buyurduğunu rivayet etmiştir. Bu rivayette hadislerin yazılması doğrudan yasaklanmamışsa da, Allah'ın kitabının dışında yazılanların İsrâiloğulları'nı Tevrat'tan uzaklaştırdığı gibi Kur'ân'dan başka yazılan metinlerin de Müslümanları ondan uzaklaştıracağına kıyas yoluyla işaret edilmektedir.
Kaynaklarda nakledildiğine göre Muâviye b. Ebû Süfyân, Zeyd b. Sâbit'e sorduğu bir hadisi adamlarından birine yazdırmak istemişti. Bunun üzerine Zeyd b. Sabit "Rasûlullah bize hadislerini yazmamamızı emretti" diyerek yazılanları imha etti. Bu rivayette Hz. Peygamber'in hadislerin yazılmasını yasakladığı açıkça ifade edilmektedir.
Ebû Hüreyre'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hadis yazarken Rasûlullah yanımıza geldi ve 'yazdığınız nedir?' diye sordu. Bizim senden duyduğumuz hadisler şeklinde cevap verdik. Bunun üzerine Rasûlullah: 'Allah'ın kitabından başka bir kitap mı istiyorsunuz? Sizden önceki milletleri Allah'ın kitabının yanında başka kitaplar da yazmaları saptırmıştır' buyurdu".
Sözü edilen rivayetin değişik tarîklerinde Hz. Peygamber'in "Sadece Allah'ın kitabını yazın", "Hadisleri rivayet edin" buyurduğu ve Rasûlullah'ın uyarısı üzerine sahâbenin yazdıklarını bir yerde toplayıp yaktıkları da söz konusu edilmektedir.
Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah minbere çıkarak: "Yazdığınızı duyduğum kitaplar nedir? Allah'ın kitabından başka bir kitap mı istiyorsunuz? Kitabının terk edilişi sebebiyle Allah'ın bir gece ansızın ezberinizdeki ve yazılı olan âyetlerini yok etmesi yakındır..." buyurdu.
Ebû Saîd el-Hudrî'nin Hz. Peygamber'in hadislerin yazılmasını yasakladığını ifade eden iki rivayeti bulunmaktadır.
Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir: "Hadis yazmak için Rasûlullah'tan izin istedik, o izin vermekten çekindi!".
Yine rivayete göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; "Benden, Kur'ân'dan başka hiçbir şey yazmayınız. Şayet Kur'ân'dan başka bir şey yazmış kimse varsa, onu imha etsin. Ancak, benden rivayet edebilirsiniz; bunda hiçbir beis yoktur. Bir de, her kim bile bile bana isnad ederek yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın!"
Hadislerin yazılmasını yasaklayan rivayetlerden Ebû Saîd el-Hudrî'nin naklettikleri hariç diğerleri delil olacak seviyede değildir. Bunlardan bir kısmı isnadı, Ebû Hüreyre rivayeti ise hem sened hem metni açısından tenkit edilerek delil olamayacakları tespit edilmiştir. Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet edilen hadislerden birisinin merfû veya mevkûf olduğunda ihtilâf edilmişse de, her ikisinin de merfû olduğu ve delil olmalarını engelleyici bir durumun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu konudaki rivayetlerin uydurma olduğu iddiaları ise art niyet ve taassup sebebiyle ilmî olmaktan uzaktır.

Hadislerin Yazılmasına İzin Verildiğini İfade Eden Rivayetler

Hadislerin yazılmasına izin verildiğini ifade eden rivayetleri, Hz. Peygamber'in bizzat yazdırması, hadisleri yazmak isteyenlere izin vermesi ve Rasûlullah'ın sağlığında ve vefatından sonra sahâbîlerin hadis yazmaları olmak üzere üç ayrı başlık altında incelemek mümkündür. Burada konuyla ilgili rivayetlere geçmeden önce amacımızın bütün rivayetleri bir araya getirmek olmadığına, bunlardan bir kısmını ele alıp diğerlerine işaret etmekle yetinileceğine işaret etmeliyiz.
a) Hz. Peygamber'in Hadislerini Bizzat Yazdırdığına İlişkin Rivayetler

Hz. Peygamber'in hadislerin yazılmasına izin verdiğine dair en önemli delillerden biri değişik vesilelerle bizzat kendisinin hadislerini yazdırmasıdır. Nitekim Rasûlullah; Bizans İmparatoru Herakletios, Mısır Hükümdarı Mukavkıs, Habeş Kralı Necâşî, İran Kisrası, Bahreyn Meliki Münzir b. Sâvâ el-Abdî, Gassân Emiri Haris b. Ebû Şemre, Umman melikleri Ceyfer b. Cülendî ile kardeşi Abd b. Cülendî, Gassân Meliki Cebele.b. Eyhem, Dûmatü'l-Cendel Meliki Uheydir b. Abdülmelik, Himyer Meliki Haris b. Abdükülâl, Yemâme Emiri Hevze.b. Ali el-Hanefî gibi devlet balkanı ve yöneticilerle resmî yazışma yapmış, Amr b. Hazm el-Ensârî (ö. 53/673), Muâz b. Cebel (ö. 98/639) gibi valilerine emirlerini yazılı olarak bildirmiş, Abdullah b. Cahş, Hâlid b. Velîd gibi komutanlarına talimatnameler yazdırmış, Cüheyne, Has'am, Hades, Benî Züheyr b. Ukeyş, Hemdân heyeti gibi kabile ve heyetleri İslâm'a davet etmiş veya İslâm'ın temel prensiplerini yazılı olarak iletmiş, Hayber Yahudileri ve Necran Hıristiyanlarıyla yazışmalar yapmış, Sürâka b. Mâlik el-Müdlicî'ye (ö. 24/645) emannâme vermiş, Müseylimetül-kezzâb'a cevap yazdırmış, Hudeybiye Antlaşması ile Medine anayasasını kaleme aldırmıştır.
Hz. Peygamber'den intikal eden bu yazılı metinlerin dışında onun hadislerini sahabeye bizzat yazdırmak istediğini veya yazdırdığını ifade eden başka rivayetler de bulunmaktadır. Nitekim Ebû Râşid el-Hıbrânî Abdullah b. Amr b. As'tan Rasûlullah'tan işittiği hadisleri rivayet etmesini istediğinde o, bir metin çıkararak: "Bu Rasûlullah'ın bana yazdırdığı sahifedir" demek suretiyle söz konusu sahifedeki hadisleri bizzat Hz. Peygamber'in yazdırdığını açıklamıştır (Müsned, II, 196).
Hz. Peygamber'in eşi Ümmü Seleme'nin anlattığına göre, Rasûlullah bir deri parçası isteyerek ön ve arka yüzü doluncaya kadar Ali b. Ebî Tâlib'e hadis yazdırdı. Bunun dışında Hz. Peygamber'in son hastalığında ümmetinin dalâlete düşmesini engelleyecek bir vasiyyetnâme yazdırmayı istemesi de sahih rivayetler arasında yer almaktadır (Müsned, I, 324–325, 336; Buhârî, "İlim", 39, "Merda", 17, "İ'tisâm", 26; Müslim, "Vasıyyet", 20).
Yukarıda verilen bilgiler Hz. Peygamber'in değişik vesilelerle bizzat hadis yazdırmak istediğini ve bunu gerçekleştirdiğini göstermektedir.
b) Hz. Peygamber'in Hadîslerini Yazmak İsteyenlere İzin Verdiğini Gösteren Rivayetler

Hadislerinin yazılmasına izin vermesini talep eden sahâbîlere Hz. Peygamber'in müsaade ettiğini ve huzurunda hadislerin yazılmasına engel olmadığını ifade eden rivayetler de Rasûlullah'ın bu husustaki müsamahakâr tavrının delillerini teşkil etmektedir.
Abdullah b. Amr'ın Rasûlullah'tan duyduğu her şeyi ezberlemek amacıyla yazdığı, bazı sahâbîlerin ise duyduğu her sözü kaydetmesine "Rasûlullah da bir insandır, bazan neşeli, bazan da öfkeli hali olur" diyerek karşı çıkmaları üzerine bu durumu Hz. Peygamber'e arz ettiği ve Rasûlullah'ın "Yazmaya devam et" şeklinde Abdullah'a izin verdiği, Abdullah'ın "Neşeli ve öfkeli olduğunuz hallerde söylediklerinizin hepsini yazayım mı?" diye tekrar sorması üzerine de Rasûlullah'ın "Evet, rıza ve gazab halinde söylediklerimi de yaz" dedikten sonra, eliyle mübarek ağızlarına işaret ederek: "Çünkü buradan yalnız hak sözü çıkar" buyurdukları rivayet edilmektedir.
Yine Abdullah b. Amr'a İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisinin önce fethedileceği sorulduğunda halkaları bulunan bir sandık getirterek içinden bir kitap çıkartıp şu açıklamayı yapar: "Biz Rasûlullah'ın etrafında yazıyorduk. Derken ona İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisinin önce fethedileceği soruldu. O, İstanbul'u kastederek önce Herakleios'un şehri diye cevap verdi" (Müsned, II, 176; Dârimî, "Mukaddime", 43; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 508, 555). Abdullah b. Amr'ın bu açıklamasından kendisinin dışında da Hz. Peygamber'den hadis yazan sahâbîlerın bulunduğu anlaşılmaktadır.
İşittiği hadisleri ezberleyemediğini söyleyerek hafızasından şikâyette bulunan sahâbîye "Hafızana elinle yardım et" demesi, bir başka sahâbînin senden duyduklarımızı yazalım mı? sorusuna "Yazmanızda bir mahzur yoktur" şeklinde cevap vermesi, "İlmi yazarak kaydedin" buyurması, hadislerini yazmayı talep edenlere engel olmaması Hz. Peygamber'in hadislerini yazmak isteyenlere izin verdiğini ifade eden rivayetlerdir.
Her ne kadar bu rivayetlerden bir kısmı tenkit edilmiş ise de konuyla ilgili rivayetlerin tamamı birlikte değerlendirildiğinde bunların sahih olanlar için takviye mahiyetinde kabul edilmesinde sakınca yoktur.
c) Hadis Yazan Sahâbîlerin Varlığı

Gerek Rasûlullah'ın sağlığında gerekse vefatından sonra bazı sahâbîlerin hadisleri yazması veya yazdırması da Hz. Peygamber'in bu konuda müsamahakâr olduğunu ve yazılmaması konusunda katı bir prensip va’z etmediğini gösteren önemli bir başka delildir.
Abdullah b. Amr'ın es-Sahîfetü's-Sâdıka'sı, Hz. Ali'nin ve Amr b. Hazm'ın (v. 53/673) sahifeleri Hz. Peygamber'in sağlığında yazıldığı bilinen hadis metinleridir.
Başta Ebû Hüreyre (v. 58/678), Semüre b. Cündeb (v. 60/679), Câbir b. Abdullah (v. 78/697) (r.anhüm) olmak üzere azımsanmayacak sayıda sahâbî de Hz. Peygamber'in vefatından sonra hadis yazmış veya yazdırmıştır. Sahabe tarafından yazılan hadis metinlerinin miktarı kesin olarak bilinmemektedir. Nabia Abbott, "Hadisler çok az kimse tarafından da olsa Peygamber'in sağlığında yazılıyordu" derken hadis yazanların çok sayıda olmadığını ifade etmektedir. Rif'at Fevzi Abdülmuttalib ise Hz. Peygamber zamanında yazılan hadis metinlerinin az olmadığı görüşündedir. A'zamî'nin tesbitine göre elli iki sahâbînin hadis yazmış olması, gerek hadis yazan sahabe sayısının gerekse yazılı hadis metinlerinin az olmadığı görüşünü teyit etmektedir.


Prof. Dr. Ahmet Yücel
DEĞERLENDİRME

Hadislerin yazılmasıyla ilgili rivayetlerin incelendiği bu araştırmada Hz. Peygamber'in hadisleri yazmayı yasakladığını bildiren rivayetlerden sadece Ebû Saîd el-Hudrî naklinin sahih, hadislerin yazılmasına izin verdiğini ifade eden rivayetlerin ise çoğunun sahih olduğu tespit edilmiştir. Hz. Peygamber'in Kur'ân için vahiy kâtipleri edindiği gibi sünnet için de sünnet kâtipleri edinmediği, Kur'ân'ın tamamını yazdırdığı gibi sünnetin de bütününü yazdırmadığı tarihî bir gerçektir. Ancak bu hiçbir şekilde hadis yazdırmadığı veya yazılmasına izin vermediği anlamına gelmemektedir. Bu itibarla hadislerin yazıldığını ifade eden rivayetlerin az olduğu, Hz. Peygamber devrinde hadislerin yazılmasına müsaade edilmediği, onun kendisinden sonra yazılı olarak sadece Kur'ân'ı bıraktığı gibi iddialar manasızlık hudutlarına varan şüpheden başka bir şey olamaz. Zira Hz. Peygamber'in hadislerin yazılmasına müsaade ettiğini ifade eden sahih rivayetlerin yanında sahabenin yazdığı bir kısım hadis metinlerinin günümüze ulaştığı inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
Hadislerin yazılmasını yasaklayan rivayet sahih ise de, Hz. Peygamber'in bizzat kendisinin hadislerini yazdırması, sahâbenin hadisleri yazmasına izin vermesi söz konusu yasağın belirli bir amaca yönelik olduğunu göstermektedir. İstisnalar bir tarafa bırakılırsa yasağın Kur'ân'la hadisin karıştırılmasını önlemeyi amaçladığı şeklindeki açıklamanın söz konusu hadisler arasındaki ihtilâfı çözme önerilerinde müşterek ve isabetli noktayı oluşturduğu söylenebilir. Kur'ân'la hadisin aynı sayfaya yazılması durumunda karıştırma ihtimalinin daha yüksek olması, yasağın öncelikli olarak böyle bir yazımı engellemeye yönelik olduğunu göstermektedir. Şu halde Hz. Peygamber'in hadislerin yazılmasıyla ilgili takip ettiği tutumunu "Kur'ân'la karıştırılmaması şartıyla hadislerin yazılmasına izin vermek" şeklinde özetlemek mümkündür.

Doç. Dr. Recep Şentürk
Hadis bilginlerinin 1400 yılı aşkın bir sürelik sosyal ağı, geleneksel anlamda, geniş İslâm coğrafyasının sayısız bilginlerini içine alan isnâd sistemi olarak bilinir. Bu bilginlerin entelektüel uğraşı ise, Hadis ilim(ler)i olarak bilinir. Burada "ilim" (el-'ilm), sistemli bir bilgi birikimine karşılık gelir. Bir akademik çalışma olarak Hadis İlmi, İslâm kültürü ve toplumu içerisinde uzayan dalları olmakla birlikte, esas itibariyle, Hz. Peygamber hakkındaki rivayetlerle ilgilenen sözel bir disiplindir. Şayet Kur'ân ilâhî bilgi ise, o takdirde, Hz. Peygamberin sünneti, onun özü ve yaşayan halidir.
İslâm, etrafında çok yönlü yorum gelenekleri veya üst-rivayetleri ortaya çıkan, birbirine organik olarak bağlı iki temel kutsal metne veya rivayete sahiptir.
Bir rivayet sistemi, rivayet edenler, dinleyiciler, rivayetin metni, üst-rivayetler ve dinleyicilerin ve rivayet edenlerin içice geçtiği sosyal ağdan oluşmaktadır. Rivayet süreci, bu unsurları birbirine bağlar. Bu unsurlar, hadis rivayeti bağlamında, sırasıyla, hadis hocası, hadis talebesi, hadis metni, hadisin üst-rivayeti ve isnâd sistemi'ne karşılık gelir. Aşağıda, bu unsurları ve onların birbirine bağlanma yolları hadis rivayet sistemi veya isnâd bağlamında tartışılacaktır.

Doç. Dr. Recep Şentürk
Dönüşlü Anlatım Yapısı

"Beni dinleyenler, sözlerimi başkalarına aktarsınlar; onlar da başkalarına aktarsınlar; belki sonuncular, sözlerimi beni aracısız dinleyenlerden daha iyi anlarlar." Hz. Peygamber, Veda Haccı (MS. 631) esnasında, Arabistan çölünün ortasında Mekke yakınındaki bir yerde devesi üzerinde verdiği Veda Hutbesi’ni bu sözlerle bitirmişti. Sahâbîler, Hz. Peygamber'in nübüvvetinin başlangıcından itibaren umumiyetle yaptıkları gibi, Hz. Peygamber'in bu sık tekrarlanan direktifine uyarak, işittikleri sözleri ve gördükleri fiilleri, ailelerine, arkadaşlarına, kabilelerine ve özellikle gelecek nesillere aktarmak maksadıyla hafızalarında büyük bir dikkatle aynen muhafaza etmişlerdi. Onlar, konuşmalarının, müteakip râviler tarafından doğudan batıya tekrar tekrar nakledilerek hadis rivayet ağını meydana getiren ebedî bir sosyal-sözel şahesere nasıl katkıda bulunacağını acaba hiç tasavvur edebilirler miydi?
Hz. Peygamber'in konuştuğu ve sustuğu hususları tarihsel olarak bildiren dönüşlü anlatım olarak hadis, rivayet ağının teşekkülüne doğru kuvvetli bir cevelan meydana getirmiştir. Art arda gelen nesillere mensup hadis râvîleri, herhangi bir uydurma rivayeti engellemek amacıyla, rivayeti kendilerine ulaştıran râvîleri yeterince tanıdıklarından emin olmaya çalışmışlardır. Râviler zinciri, sözlükte "destek" veya "arka çıkmak" anlamına gelen isnâd olarak adlandırılmıştır. Hz. Peygamber'in vefatından birkaç asır sonra, rivayet zinciri giderek daha da uzamıştır. Bu süreçten, birlikte yeni bir rivayet tarzı oluşturan iki unsuru (râviler zinciri=senet ve rivayet metni=metin) ile hadis yapısı ortaya çıkmıştır.
Dönüşlü anlatım, ağın oluşumunda ve sürekliliğinde en can alıcı rolü üstlenerek râvî nesillerini birbirlerine bağlamıştır. Dilin dönüşlü gücü olmaksızın bir sosyal ağ içerisinde birçok râvîyi birbirine bağlamak imkânsızlaşırdı.
Rivayet protokolü veya dolaylı ifade, rivayetin otantikliği üzerindeki sonuçları sebebiyle hadis râvîlerince yakından incelenmiştir. Bir bilginden diğerine rivayetin naklini belirtmek için çok sayıda ifadeler vardır, ifadelerin her biri, söyleyen ve dinleyen arasındaki ilişkinin bir türünü veya bir yönünü yansıtır. Örneğin, "a'dan işittim," basit bir şekilde "a'dan" demekle aynı değildir. Önceki, zaman ve yer olarak bir arada oluşu ifade ederken, diğeri, bütün bunları belirsiz bırakmaktadır. Benzer şekilde, "a, bana söyledi," "a, dedi" ifadesinin aynı değildir. Öncekinde, dolaysız ve kişisel bir temas olduğunu belirtirken, sonrakinde bu açık değildir.
Ancak ne var ki, dolaylı anlatım protokollerini bir sisteme bağlama ve derecelendirme çabaları, râvîlerden aynı yönde bir destek kazanmamıştır. Bununla birlikte, isnâd ve hadis, dolaylı anlatımı belirlemek için kullanılan ibarelere göre sınıflandırılmıştır. Örneğin, en saygın hadis kitabının müellifi olan itibarlı Buhârî, dolaylı anlatımdaki ibarelerin, hem söyleyicinin hem de dinleyicinin aynı ortamda bulundukları anlamına geldiğini düşünmüş ve bu yüzden sahih bir rivayetin kabul edilebilir tek yöntemi olduğundan anlatımın dolaysız olması gerektiğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte, onun standartları, daha kolay kıstaslar kullanan çoğunluk tarafından ulaşılması zor standartlardı.

Rivayetin İçeriği, Biçimi ve Ağ Dağılımı

Rivayetin içeriği ve biçimi, rivayet ağının genişlemesi ile nasıl alâkalıdır? Kısa cümlelerden oluşan hadisler, belletici yapılar ve hikâyeler, içerikleri basit uzun düzyazı metinlerine ve hukukî emir içeren metinlere kıyasla daha fazla yayılmaya müsaittirler. Hadis nedensel veya kronolojik bir bağlam yüklenmeksizin Hz. Peygamber’in hayatından alınan kısa anlatı veya bir enstantaneye benzer bir biçime sahiptir. Hadis bilginleri, bu formu meydana getirmekle neyi gerçekleştirmeyi hedeflemişlerdir? Hadis rivayet formu hangi manayı taşımaktadır? Her şeyden evvel, bu rivayet şekli, hadis bilginlerini diğer rivayet şekillerini icra eden bilginlerden ayırt ederek onların kimliğini beslemektedir. Ayrışık, plansız ve düzensiz şekil, hadis râvîlerini, kendilerine nisbetle yoğun bir kurgu kullanımı ile elde edilen bir mantığa dayalı olarak malzemelerini daha tutarlı bir kronolojik düzenle sunan kıssacılar (kussas), tarihçiler ve biyografi yazarları gibi hadisle ilgilenen diğer topluluklardan ayırmıştır. Bu tarzda oluşan rivayet, yine de, fakîh ve muhaddis râvilerin ampirik tarzının karşısında Hz. Peygamber hakkındaki rivayete saygın bir yer biçen kamuoyu için daha ilgi çekici olmuştur. Bu bakımdan bazı hadis bilginlerinin, hikâyecilere, hatta tarihçilere karşı duyduğu hoşnutsuzluk ve tarih hakkında diğerlerinin ortaya koyduğu savunmacı tepkiler, İslâm entelektüel tarihinin iyi bilinen bir yönüdür.
Kronolojik düzen, hadis bilginlerinin esas ilgisi değildi. Doğrusal zaman, her hâlükârda ilk devir râvîleri için hadiselerin ayrılmaz bir parçası değildi; çünkü, bu kavram, Arap kültürüne ancak hicrî takvimin mimarı olan Hz. Ömer zamanında gelmişti.
Daha da önemlisi, hadis biçiminde görünen can alıcı pragmatik bir kaygının da var olduğu görünmektedir. Ayrışık rivayet, hatırlaması ve yayması daha kolay "bellemsel" bir yapıdır; hatırda daha kalıcıdır ve sözlü zihnin işleyişiyle daha uyumludur. Böylece, metin, parçalandıkça, daha kolay yayılacaktır. Bu bağlamda, öyle zannediyorum ki hadis, geniş yaygınlığını esasen ayrışık biçimine borçludur. Şayet hadisin, uzun, bütüncül, tek bir metin şeklinde bir biçimi olsaydı ona yalnızca bir grup gayret ve imkân sahibi seçkin ulaşabilirdi. En yaygın hadis, umumiyetle "mütevâtir" olarak bilinir. Bu şayet doğruysa, o takdirde, dağarcıklarında bellemsel rivayetler bulunan râvilerin daha ünlü olacağı varsayılabilir.

İsnâd Sisteminin Ortaya Çıkışı

Hadis rivayet ağını neyin ortaya çıkardığı sorusu, hâlâ sosyal ve kültürel bir bakış açısıyla ele alınmayı beklemektedir. Bu soruya tam anlamıyla ikna edici bir açıklama getirmek hâlihâzırdaki bilgi seviyesiyle mümkün değildir. Nitekim konuya ışık tutabilecek olan binlerce elyazması, dünyanın dört bir tarafına dağılmış olarak hâlâ yayımlanmayı beklemektedir. Bununla birlikte, hadis rivayet ağını ortaya çıkışını sağlayan muhtemel sebepler olarak görülebilecek bazı ilgi alanlarını burada belirtebilirim:
Hz. Peygamber'in Sahâbîlerine sözlerini başkalarına aktarmaları yönündeki devamlı emirleri,
Hz. Peygamber'in öğretilerini öğrenmeye yönelen gayretler,
Devletin ve hukukçuların, hukukun kaynaklarından birini koruma uğraşları,
Toplumun, Hz. Peygamber'in rivayetleri ile ilgilenen bilginlere bahşettiği sosyal konum,
Hz. Peygamber'den rivayetler ile kendi görüşlerini desteklemeye ve diğer taraftaki rivayetleri yok etmeye çabalayan mezhep çatışmaları.
Hadis rivayet ağının tarihi kökleri, İslâm öncesi Arap kültürüne kadar geri götürülebilir. İslâm öncesinin "yazısız" kültürü, okuma-yazma bilmeyen Arapların kültürel ve günlük meselelerde yoğun olarak hâfızalarını kullanmalarını gerektiriyordu. Az sayıdaki kültürlü bireyler için şiirleri ve kabilelerin, ailelerin ve itibarlı şahsiyetlerin soy ağaçlarını ezberlemek, bu kültürün ayrılmaz bir parçası idi. İslâm'ın gelişiyle, ezberleme, yeni bir uygulama alanı buldu ve Araplar, Kur'ân'ı ve Hz. Peygamber'in sözlerini ezberlemeye başladılar. Daha sonraları, Hz. Peygamber'in vefatını müteakip, hadis râvileri arasındaki bağları bilmenin önemli hale geldiği dönemde, kabile ve aile şecerelerine şekil olarak çok benzeyen bir bilgi yığını olan râvîler arası bağları da ezberlemeye başladılar.
Muhtelif tarihî kayıtlara göre, İslâm tarihinin ilk iki asır boyunca gelişen hadis rivayet ağının ve hadis ilimlerinin ortaya çıkışı için kesin bir başlangıç tarihi yoktur. Hadis rivayet ağı, kısa bir süre sonra Müslümanların, güvenilir bir rivayet ağına dayandığını anladıkları Hz. Peygamber'in öğretilerinin bütünlüğünü muhafaza etme girişimleri içinde kökleşmişti. Siyasî ve mezhebî kaygılarla veya daha basitçe, efsanevî ve kurgusal güdülerle harekete geçen hadis uydurmacılığı, Hz. Peygamber'in Sahâbîlerinin, yeni mühtedîlerin ve devletin yararına değildi. Sahâbîler, mirasını uydurmacılıktan koruma hususunda Peygamber tarafından tam bir güvene sahiptiler. Hz. Peygamber'in otantik öğretilerini öğrenmek, İslâm'a yeni geçenlerin de yararına idi. Ayrıca, İslâm hukukunun başlıca dayanaklarından birini korumak, devlet için de fayda teşkil ediyordu. Bu çabalar, neticede, rivayetin bir sanattan mevcut pek çok dallara sahip Hadis ilimlerine dönüşümüne ve günümüze kadar geçen on dört asırdır hayatiyetini sürdüren hadis rivayet ağının ortaya çıkmasına yol açtı.
Birbiri peşi sıra bilginlerin bir topluluk olarak yaptıkları buluşlar, dağınık yerlerde ortaya çıktılar ve bunlar, rivayetin sosyal yapısının gelişmesine katkıda bulundu. Müslümanlar, özel bir alışveriş birimi: "hadis"; özel bir sosyal ilişki türü: hadislerin değiş tokuşu anlamına gelen rivâyet; özel bir kimlik: hadis uzmanı anlamına gelen muhaddis; özel bir ağ: bilgiyi kaynağına kadar götürmek veya basitçe "destek" anlamına gelen isnâd yanında türlü rivayet zincirlerini birbirinden ayırt etmek için özel kıstaslar icat etmişlerdi. Ağın düzgün işlemesini temin etmek için bütün süreci düzenleyen formel kurallar da (Usûl-i Hadis-Hadis Metodolojisi) icat ettiler. Bu kurallar, hadis rivayet zincirine dâhil edilmeyi ve ondan hariç tutulmayı, böylece râvîlerin ilmî faaliyetlerini, onların davranışlarının ahlâk standartlarını, birbirleriyle (hoca-talebe olarak) münasebetlerini, tedâvüldeki hadisin sıhhatini belirliyordu. Hafız, "iyi tanınan," "müphem," "güvenilir" ve "yalancı" gibi râvîlerin mertebelerini ve yapısal konumlarını belirten birçok kimlik ortaya çıktı ve bunlar rivayetin yayılma sürecini denetlemek amacıyla birbirleriyle çatıştı.
Bütün bu denetleme gayretlerine rağmen, hadis uydurmacılığı, Hz. Peygamber'in samimi takipçilerini sahîh rivayetleri titizlikle araştırma yükümlülüğü de yükleyerek devam etti. Hadis bilginleri (el-muhaddisûn), hayatlarını İslâm toplumundaki herkesten daha çok bu göreve vakfettiler ve buradan bir meslek geliştirdiler.

Hadis Tenkit Metodolojisi: Usûl-i Hadis

Hadisin ciltlerde toplanmasına paralel olarak yeni bir tür de ortaya çıktı: hadis tenkidi. Hadis bilginleri, buna Hadis İlim(ler)i (Ulûmu'l-hadîs), Hadis Istılahları İlmî (Ulm-i mustalahi'I-hadîs) veya Hadis Tenkit Metodolojisi (Usûlü'l-hadîs) şeklinde atıfta bulunmaktaydı. Yüzyıllar içerisinde bu tür tedricen gelişti.
İlk hadis bilginleri arasında, çalışmalarını yönlendiren kurallar ve kıstaslar çok inceydi; ancak, bazı ıstılahlar, bir bilginden diğer bilgine farklılık gösteriyor ve prensipleri çeşitli kitaplara dağılmış olarak sistemli bir biçimde yazılmaya başlanıyordu. Seçkin ve çığır açıcı çalışmalardan biri Şâfiî (v. 204)'nin er-Risâle'si, Müslim (v. 261)'in Sahîh'e girişi ve Tirmizî (v. 279)'nin Câmi'si; Buhârî gibi erken dönem hadis bilginlerinin birçok kıstasları, sonraki bilginlerin hangi râvilerin veya isnadın onlar tarafından kabul veya reddedildiğini dikkatlice çalışmaları suretiyle çıkarılmıştır.
İlk kapsamlı çalışmalara örnek olarak Râmehurmuzî'ninki (v. 360) verilebilir. Bundan sonraki başlıca katkı, Hâkim'in (v. 405) elli değişik hadis tasnifi içeren Marifetu ulûmi'l-hadîs adlı çalışmasıdır. Ancak o, bazı noktalara hiç değinmemiş; Ebû Nuaym el-İsbahânî (v. 430) onun çalışmasındaki eksik kısımları tamamlamıştır. Bundan sonra, Hatîb Bağdâdî'nin (v. 463) hadis öğretme ve öğrenme adabı üzerine el-Kifâye fî ilmi'r-rivâye'si gelir ki, sonraki bilginlerin Hatîb'in bu çalışmasına çok şey borçlu oldukları kabul edilir.
Kadı İyâz el-Yahşûbî (v. 544) ile Ebû Hafs el-Meyancî'nin (v. 580) konuya ilâve katkılarından sonra, diğerleri yanında, Osman b. es-Salâh'ın (v. 643) Suriye'deki birçok şehrin Dâru'l-Hadis'lerinde hocalık yaparken kaleme aldığı ve yaygın olarak Mukaddimetü İbnü's-Salâh olarak bilinen Ulûmü'l-hadîs adlı çalışması, ebadı küçük, ancak, konuyu mükemmel ele alışıyla o derece kapsamlıdır ki, günümüze kadar yüzyıllar boyu gelmiş binlerce Hadis hocaları ve talebeleri için standart bir başvuru kaynağı olmuştur.
Îbnü's-Salâh'ın yukarıdaki çalışmasına dayanan sonraki pek çok çalışmanın bir kısmı şunlardır: Nevevî'ye (v. 676) ait Mukaddime'nin bir özeti durumunda da olan el-İrşad; bunu daha sonra Takrîb'inde özetlemiştir; Suyûtî'nin (v. 911) bu sonuncusu için yazdığı kıymetli bir şerhi olan Tedribu'r-râvî'si; İbn Kesîr'in (v. 774) İhtisâr-ı ulûmî'l-hadîs'i; Tîbî'nin (v. 743) el-Hulâsa'sı, el-Bulkînî'nin (v. 805) Mehâsinü'l-îstılâh'ı; bütün bunlar, Îbnü's-Salâh'ın Mukaddime'sinin birer özetidir. Zerkeşî'nin (v. 794) en-Nüket, Irâkî'nin (v. 806) et-Takyîd ve'l-îzâh'ı, İbn Hacer el-Askalânî'nin (v. 852) en-Nüket'i İbnü's-Salâh'ın eseri üzerine yapılan haşiyelerdir. Mukaddime'nin uzun bir şiir biçiminde yeniden yazımı olan Irâkî'nin Elfiyyetü'l-hadis'i, yazarın kendisi tarafından yapılan biri kısa diğeri uzun iki şerh başta olmak üzere es-Sehâvî'nin (v. 903) Fethu'l-muğîs'i, Suyûtî'nin Katru'd-dürer gibi birçok şerhe de konu olmuştur.
Hadis tenkidi, bazı ilkeler tarafından yönlendirilmiştir. Bununla birlikte bu ilkeler, klâsik eserlerde dağınık bir şekilde yer alırlar. Aşağıda, modern okuyucunun kolayca faydalanabilmesi için bu ilkeleri bir sisteme bağlı olarak bir arada topladım.
Hadis tenkidinin kullandığı ilk kriter, kaynağa kadar rivayet zincirinde var olan bağ sayısı ile ilgilenir: Bir zincirdeki bağların sayısı ne kadar az ise, zincir o kadar güvenilirdir. Bu, rivayet zincirinin tenkidinde birinci kural olarak görülebilir. Rivayet zincirindeki her ilâvenin sapma ihtimalini artıracağı ve hadisin sıhhat ve güvenilirlik düzeyini düşüreceği herkesçe açıktır. Bir zincirin kısalığı, nisbî bir ölçüdür ve ancak, diğer zincirlerle karşılaştırmak suretiyle tespit edilebilir. İki zincirin uzunluğu söz konusu olduğunda, düğümü az olan, "yüksek" (âli) adını alırken, nisbeten daha fazla sayıda düğümü olan, "düşük" (nâzil) diye nitelenir. Özellikle, saygın hadis kitaplarının, yaygınlaşmasına kadar, hadisler, birbirleriyle zincirlerinin uzunluğu incelenmek suretiyle karşılaştırılırdı. Umut vaat eden talebeler, itibarlı hocalardan daha kısa rivayet zincirleri edinebilmek için uzak beldelere seyahat etmişlerdir. Bununla birlikte, saygın metinlerin genel kabul görmesinden sonra, en kısa zincirler üzerindeki ilgi de gittikçe önemini kaybetmiştir. Fakîhler ise, daha kısa rivayet zincirlerini ancak bir çelişki durumunda tercih ederler.
Hadis tenkidinin benimsediği ikinci kriter, bir rivayet için birbirini destekleyen veya birbirine paralel zincirlerin sayısıdır. Kısaca ifade edilecek olursa, bir rivayetin ne kadar daha fazla sayıda paralel zinciri varsa, o rivayet, o kadar daha güvenilirdir. Bu kuralı, hadis kritiğinin ikinci ana kuralı olarak görebiliriz. Yine, daha fazla sayıda paralel zinciri olan bir rivayetin az sayıda paralel zinciri olan birine nazaran dinleyicilere daha fazla güven vereceği herkesçe aşikârdır. Fakîhler, daha güvenilir kabul edildiği için daha fazla paralel zinciri olan bir hadise öncelik verirler.
Hadis tenkidinin kullandığı üçüncü ana kriter, zincirin devamlılığı şeklinde tanımlanabilir: Dolaylı bağlantılar ne kadar az olursa, zincir o kadar iyi olur. Başka bir deyişle, bir zincir ne kadar az kırılmış ise, o kadar iyidir veya bir zincirde bağlantılar ne kadar bütünüyle kaydedilirse, zincir o kadar güvenilirdir. Dolaylı bir anlatımda incelediğimiz ilk hususiyetlerden biri, herhangi bir kesinti olmaksızın zinciri kaynağına kadar izleme imkânıdır. Her düğüm ve her ilişki tek tek doğrulanmalıdır. Bununla birlikte, bazen, her düğüm ve ilişki hakkında kesin bilgiyi saptamak kolay değildir. Böyle bir durumda, o anda bizim için mümkün olana dayanmak zorundayız. Bu açıdan bakıldığında, her zincirin, en az kopuk olanı en güvenilir olmak üzere, görece bir güvenilirliği vardır. Nihaî tipoloji şu kategorileri kapsar- muttasıl "kopuksuz" devamlı bir rivayet; mu'allak "askıya alınmış" zincirdeki bir veya daha fazla râvîden yoksun olan bir zincir; munkatı' "kopuk" birçok râvînin bilinmediği zincir; ve mürsel "salınmış” veya ilk halkası kopuk, sahabenin adının belirtilmediği zincir.
Hadis tenkitçilerinin kullandığı dördüncü kıstas, zincirdeki râvîlerin saygınlığı biçiminde tesbit edilebilir. Böylece dördüncü kural, şöyle ifade edilebilir: bir zincirdeki râvîler, ne kadar saygın ise, zincir o kadar güvenilir olur. Bu ilke de dolaylı anlatım ile günlük tecrübemize götürülebilir. Saygıdeğer ve iyi tanınan aktarıcılar aracılığıyla gelen bir haber, bize genellikle daha fazla güven verir. Tam tersine, tanınmayan ve kişiliği belirsiz aktarıcılar veya haberciler muhtemelen eşit güven ve itimat telkin etmeyeceklerdir. Bu kuralın sistematik uygulamasıyla üç râvî tipi ortaya çıkmıştır: hepsi iyi tanınan râvîlere sahip rivayet zinciri anlamında ma'rûf "şöhretli" içinde belirsiz kişiliklerin olduğu rivayet zinciri anlamında şâz "nadir" râvileri belirtilmemiş veya gerçeğin tam aksine tümünün iyi tanınmış ve güvenilir oldukları izlenimini vererek yanıltıcı bir tarzda belirtilmiş şüpheli rivayet zinciri anlamına gelen müdelles "bilinçli olarak bozulmuş".
Beşinci kriter, rivayetin türü, hoca ile talebe arasında ilişki veya bağlantı ile ilgilenir. Hadis tenkitçileri, râvîlerin görece güvenilirliği hakkında bir hükme varmak için birbirleriyle olan bağlantılarının kuvvetini incelerler. Bu ise, anlatım yöntemi ile belirlenir: anlatım yöntemleri ne kadar elverişli ise, zincir o kadar güvenilirdir. Hadis bilginleri arasındaki hoca-talebe ilişkisinin nasıl tesis edildiğini de gösteren sekiz anlatım türü hadis bilginleri tarafından belirlenmiştir:
Semâ' ve imlâ: Hocanın yazdırmasıyla veya yazdırması olmaksızın gerçekleşen sözlü anlatım;
Kıraat ve Arz: Talebenin, hocası tarafından başlangıçta rivayet edileni hocaya geri okuması;
İcâzet: Hocanın, talebesine rivayetlerini rivayet etme izni vermesi;
Münâvele: Talebenin, hocanın bir kitabım elde etmesi
Mükâtebe: Talebenin, hocasının yazılı rivayetlerini mektupla alması;
İlâm: Hocanın, talebesine başkasına rivayet etme izni vermeksizin rivayet etmesi;
Vasiyyet: Talebenin, bir hocanın kitabını vasiyet aracılığıyla edinmesi;
Vicâde: Talebenin bir hocanın kitabını bulması.
Hadis tenkidinin altıncı umumî prensibi, râvîlerin, hafızalarının görece kuvveti ile gösterilen akademik yeterliliği (zabt) üzerinde yoğunlaşmaktadır. Böylece, kurala göre, râvînin hafızası ne kadar güçlü olursa, zincir o kadar güvenilir olur. Bu prensibe göre, hadisin güvenilirliği için zincirdeki her râvînin hafızasının güçlü olması gereklidir. Bu yüzden, şu beş kusurun râvîlerde bulunmadığından emin olunması şarttır: Sû-i hıfz, güvenilmeyen hafıza; kesretü'l-galat, aşın hatalar; vehim, sürekli kararsızlık; Fartü'l-gafle, dalgınlık; muhâlefetü's-sikât, en güvenilir otoritelerle ters düşmek. Şayet bu özelliklerden birisi bir râvîde bulunursa, o artık güvenilir kabul edilmez.
Hadis tenkitçilerinin üzerine yoğunlaştığı yedinci kriter, râvînin karakteri ve ahlâklılığıdır ('adi): râvînin karakteri ne kadar yüksek olursa, zincir o kadar güvenilir olur. Bu, hadis tenkidinin yedinci ana kuralı sayılabilir. Bir râvînin karakteri, şu beş kusurdan azade olmalıdır: kizb, bir hadis uydurmak; ittihâm bi'l-kizb, günlük işlerde yalan söylemek; fısk, etik ve dini prensipleri ihlal etmek; bid'at, sapıklık; cehl, belirsizlik. Bir râvîde bu kusurların varlığı kabul edilemez ve onu meslekten meneder.
Bu kuralların işletilmesi, karmaşık, çok-boyutlu veya çok-etkenli bir değerlendirme sistemini doğurmuştur. Bazılarının hoşlandığı rivayetleri, diğerleri reddetmiştir. Hadisler, bilginlerin kendilerine atfettikleri otoriteler açısından şu şekilde tasnif edilmiştir:
Sahîh: güvenilir, sağlam;
Hasen;. iyi, kabul edilebilir,
Zayıf,
Mevzu'; uydurulmuş.
Bu tasnif, evrensel olmayıp daha hassas başka tasnifler de bulunabilir.
Râvilerin düşünceleri, muhtevadan daha ziyade rivayet yapısı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu eğilim, metinler üzerinde yoğunlaşılmasını isteyenlerce tenkit edilmiştir. Genellikle kabul edildiğine göre, bir zincirin değeri, onun en zayıf halkasına denktir. Muhtevayla ilgili olarak ise, ampirik olarak ispat edilmiş olaylarla tutarsızlığın, bir rivayetin uydurma olarak dışlanması için yeterli bir zemin teşkil edeceği genelde öngörülmektedir. İçerik eleştirisi yapılmadığı takdirde, hadis tenkidi, katı bir şekilde, rivayet süreci, râviler ve ilişkiler üzerinde yoğunlaşmak zorundadır.
Rivayetin tasnifinin pratik bazı sonuçlan vardır; zira, İslâm akidesi, sadece her açıdan sahih olan hadisleri (mütevâtirleri kullanır; İslâm hukuku, ilk iki kategoriyi (sahîh ve hasen) kullanır; bazı hukuk okulları, tarih (sîret) ve tasavvuf, zayıf hadisleri de kullanmaktadır. Bir hukukî veya teolojik prensip, yalnızca, değişik biçimlerde tanımlanan bir kavram olsa da, sahih bir hadisten elde edilebilir. Bu yüzden, her dinî ilmin (hadis, fıkıh, kelâm, tasavvuf ve tarih), kullandıkları farklı amaçlar için hadis hakkında kendine özgü üst-rivayetler geliştirdiklerini çok rahatlıkla söyleyebiliriz.


Doç. Dr. Recep Şentürk
On beş asırdır Malezya'dan Orta Asya'ya, Hicaz'dan Fas'a kadar bütün İslam dünyasını sinir sistemi gibi kuşatmış olan hadis rivayet ağı veya isnad zincirleri, bölgeler ve nesiller arası toplumsal bilgi akışını sağlayan ilginç bir sosyal organizasyondur. Bu sosyal ağ, günümüzde bilinen en geniş ve en uzun sosyal ilişkiler ağıdır. Başka hiçbir din ve medeniyette uzun asırlar boyunca kayda geçmiş böyle bir sosyal olgu yoktur.
Günümüzde ise hadis eğitiminin batılılaşmadan etkilenerek "akademikleşmesi" ile, İslam'ın ayırt edici özelliği olan isnad, bizzat hadisciler tarafından bile ihmal edilmiştir. Hadis rivayeti ortadan kalkmış, hadis eğitimi kişiselliğini kaybederek, formelleşmiştir. Böylece İslam toplumu, İslam din, toplum ve medeniyetini dünyadaki benzerlerinden ayıran ve asırlardır dinî bilgi ve uygulamanın -nisbî bile olsa- sıhhatli bir şekilde aktarımına hizmet eden bir sosyal yapıyı kendi elleriyle tarihin sayfalarına gömmektedir. Ancak bu yapı tarih boyunca, İslâm toplumunun ayakta kalmasına, entegrasyonuna ve İslam dininin muhafaza ve neşrine hizmet etmiştir.
Hadis alanında uzmanlaşan bilim adamları orijinalliği bu noktada, yani gelişen teknolojiyi eskiyle bağı sürdürerek yaratıcı bir şekilde kendi disiplinlerinin emrinde kullanmakta aramışlardır. Hadis alanında orijinallik, ibda veya yaratıcılık yeni bir hadis ortaya atmakla olmaz. Her bilim ve sanat dalında orijinalliğin türü ve ölçüsü farklıdır. Hadis alanında ün yapmış âlimlerin çalışmalarına baktığımızda onların başarılarının yeni edebî üslûp (genre) geliştirerek hadisin muhafaza, erişim ve anlaşılmasını kolaylaştıran kişiler olduğunu görürüz. Hadis biliminde ibda ve yaratıcılık hadis malzemesinin daha iyi muhafaza edilmesinde, o malzemenin güncel problemlerle ilişkisinin kurulmasında ve değişen toplumsal ve kültürel ihtiyaçlara en iyi şekilde cevap verecek bir edebî tarzla kitleye sunulmasında kendisini gösterir.
Günümüzde yaratıcılık ve orijinallik arayan muhaddis, hadisin kitleye maledilmesi ve sünnetin müslümanların fert, aile ve toplum hayatını inşâ etmesi konusunda müşahede ettiğimiz ciddî eksiklik ve aksaklıklar üzerinde durmalı, sünnet-toplum ilişkisini yeniden kurmaya çalışmalıdır. Hadis âlimleri tarih boyunca karşımıza İslam toplumunda artık devri geçmiş bir edebiyatı araştıran uzmanlar olarak değil, başta ahlak meselesi olmak üzere ciddi toplumsal problemlere sünnet modelini bir çözüm olarak sunan ve kendilerini toplumsal yapıyı o model üzere yeniden tamir ve inşayla mükellef gören aydınlar olarak çıkar.
Hadis rivayeti ağının tarihi, kısmen birbiriyle örtüşen ve kesin tarihler ile ayrılması zor olan üç devreye ayrılabilir:
Münferid hadislerin rivayetinin esas olduğu dönem,
Hadisleri derleyen sahih kitapların rivayetinin esas olduğu dönem (özellikle Kütüb-i Sitte'nin ortaya çıktığı h. IV. yy'dan itibaren),
Hadis eğitiminin modern üniversite geleneklerini benimseyerek "akademikleştiği" ve hadis rivayetinin -geleneksel kurumlara bırakılarak- terk edildiği dönem (özellikle XX. yy'ın ikinci yarısından itibaren).
Birinci dönemin temel öğesi, münferit hadisler ve isnadlar, ikinci dönemin temel öğesi, üzerlerinde nispeten de olsa belli bir toplumsal görüş birliği oluşan sahih kitaplar ve o kitapların isnadı, üçüncü dönemin temel öğesi ise hadis bölümlerinde yapılan master ve doktora tezleridir. Üçüncü dönemde klasik hadis eğitimi veren Darulhadis türü kurumların yerini modern ve Batılı tarzda kurulmuş üniversitelerdeki hadis bölümleri, bizzat hoca tarafından verilen icazet ve isnadın yerini de devlet tarafından onaylanan ve üniversite tarafından verilen diploma almıştır. Her devrenin ortaya çıkışında rol oynayan teknolojik, sosyal ve kültürel faktörler olduğu gibi, her dönüşümün hem rivayet ağının yapısı, hem de din, ulema ve toplum ilişkisi üzerinde tesirleri olmuştur.

BİR HAFIZA ZİNCİRİ OLARAK DİN:

Dinsiz hiçbir toplum olmadığı gibi, din ve toplum ilişkisi üzerinde durmayan hiçbir büyük sosyolog da yoktur. İbn Haldun'dan Marx'a, Max Weber'den Parsons'a ve Habermas'a kadar bütün önemli sosyologlar din konusuna çok önemli yer vermişlerdir. Sosyologların din ve dinî söylem konusundaki görüşleri 1960 sonrası çok ciddî bir değişime uğramış, o güne kadar hâkim olan pozitivist, materyalist, evrimci ve indirgemeci yaklaşımın otoritesi sona ermiş, onun yerine, anti-pozitivist, idealist, evrimi ve indirgemeciliği reddeden yeni bir akım ortaya çıkmış ve egemen hale gelmiştir. Ancak topluma ve söyleme klâsik yaklaşım, hâlâ sosyal teorideki gelişmeleri yakından takip edemeyen İslâm uzmanları tarafından Doğu'da ve Batı'da uygulanmaktadır. Artık dini, klasik pozitivist din sosyolojisinin tanımladığı ve Türkiye'de akademik ve dini camianın sorgulamadan tekrarladığı gibi bir "sosyal kurum" olarak gören yaklaşımı bırakıp, yeni yaklaşımları da göz önüne alarak dini "din" olarak gören yaklaşımı kullanmalıyız. Hadis, sünnet ve sosyal yapı ilişkisini de yeniden kurmalıyız.
Önde gelen Fransız sosyolog Daniel Hervieu Leger, Bir Hafıza Zinciri Olarak Din isimli henüz Türkçe'ye tercüme edilmemiş kitabında, geleneksel toplumun hafızasını dinin teşkil ettiğini, ancak modernleşme ile beraber toplumsal amnesia {unutkanlık hastalığı veya hafıza kaybı)nın ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. Bir toplum için müşterek hafıza müşterek kültür demektir. Müşterek hafızanın parçalanması veya unutulması toplumun varlığı için bir tehlikedir. Çünkü hiçbir toplum müşterek bir hafızaya sahip olmadan meydana gelmez ve geldikten sonra da varlığını sürdüremez. Fueck'ün de gözlemlediği gibi, İslâm toplumu söz konusu olduğunda müşterek hafızayı sünnet teşkil eder. İslâm toplumunun teşekkülü, entegrasyonu ve idamesi Sünnet'de tecessüm eden söz konusu müşterek hafızanın toplumun bütün katmanlarına yayılması ve muhafazası ile mümkün olmuştur.
Birçok ırk ve kültürden insanların yer aldığı dünya İslâm toplumu, aralarındaki bir çok farklılığa rağmen belli bir seviyede de olsa ortak bir kültüre ve kimliğe sahiptir. Dünya ölçeğinde çarpıcı bir şekilde gözlemlenen söz konusu kültürel benzeşmenin kaynaklarını tespit etmek mümkün müdür? Bu bağlamda sünnetin bütün Müslümanlar tarafından benimsenen ve hayatın her alanını kapsayan davranış modelleri sağlayarak belirleyici bir rol oynadığı kanaatindeyiz. Daha somut bir ifadeyle burada ortaya atacağımız soru şudur: Dünya İslâm toplumunu kültürel açıdan entegre etme, onlara ortak davranış modelleri ve kimlik kazandırma konusunda Hz. Muhammed (sav)’in sünnetinin rolü nedir?
Sosyolojik açıdan bakıldığında kültürel entegrasyonun iki boyutu vardır: Farklı tarihî dönemlerde yaşayan nesiller arası entegrasyon, aynı dönemde yaşayan farklı toplum kesimleri ve tabakaları arasında entegrasyon. Bizim kanaatimizce hem nesiller arası hem de bölgeler arası kültürel entegrasyon hadis rivayetinin İslâm toplumunun her kesimine nüfuz etmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Hadis âlimleri Hz. Peygamber'in örnek davranış tarzını bütün Müslüman toplumlara yayarak tüm dünyada ortak bir Müslüman kimliği oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Eğer hadis âlimleri Nebevî sünneti yayarak ortak bir davranış ve sosyal hayat tarzını hâkim kılmasalar ve hadisi bir referans olarak yerleştirmemiş olsalardı, ne nesiller ne de bölgeler arası bir müşterek kültür ortaya çıkmazdı. Farklı nesiller farklı düşünür ve yaşardı. Farklı bölgelerin insanları Kur'ân'ı farklı yorumlayıp uygulardı.



Grafik 1: Hadis Rivayet Ağının Değişen Merkezleri


“İslâm âlimleri sünneti nesilden nesile nasıl aktarmışlar ve sünneti tüm İslâm coğrafyasına ortak kültür olarak yerleştirmeyi nasıl başarabilmişlerdir” sorusunun cevabı onların kurdukları hadis rivayet ağının ya da teknik ifadesiyle isnadın sosyal yapısını incelemeden anlaşılamaz. Bu açıdan hadis rivayet ağının sosyal yapısının ve bu yapının nesiller ve farklı coğrafî bölgeler arasındaki entegrasyona katkısını göz ardı etmek mümkün değildir. Ancak sünnet deyince, standart ve donuk bir davranış modelleri derlemesinden ziyade, sosyal hayatın problemlerine esnek bir yaklaşımı ve çeşitliliğe mekan veren bir tutumu aklımıza getirmemiz lazım; bizzat sünnetin tasvip ve teşvik ettiği uygulamadaki değişiklikleri hatırdan çıkartmamak gerekir. Sünnet gittiği bölgede mahallî örf ile çatışmaya girip yerini almaz, onu kendi rengine boyar.


HADİS RİVAYET AĞININ BÖLGELER ARASI MÜŞTEREK KÜLTÜRÜN OLUŞUMUNA KATKISI:

Hadis rivayet ağı, günümüz dünyasında bilinen kayda geçmiş en geniş ve en uzun ömürlü sosyal ilişkiler ağıdır. Benzer bir sosyal ilişkiler ağı henüz sosyal bilimciler tarafından keşfedilmemiştir. Böyle bir ağa İslam dışı kültürlerde rastlanmamaktadır. Hadis âlimlerinin övünerek ifade ettikleri gibi isnad İslam medeniyetine has bir kurumdur, başka medeniyetlerde yoktur. Başka medeniyetlerde sistemli ve tenkitli bir şekilde kaynak gösterme âdeti son derece yeni bir uygulamadır. Özellikle Hıristiyanlık ve Yahudilik'te benzer bir unsura rastlanmamaktadır. Bu kültürlerde rivayet sistemlerinde isnad ile kısmî benzerliklere rastlanabilir ama bir sistem olarak isnad sistemi ile mukayese edilebilecek bir yapı gözlemlenmemektedir.
Ashab döneminde hadis rivayetinin merkezi Medine olmuştur. Ancak daha sonraki dönemlerde Medine merkez olmaktan çıkmıştır. Merkez Şam'a, Bağdad'a ve İran'a kaymıştır. Müteakiben, önde gelen belli bir merkeze sahip olmayan çok merkezli bir sosyal yapı ortaya çıkmıştır. Eğer hadis rivayeti sadece Medine ile sınırlı kalsaydı, sünnet bütün İslam dünyasına yayılmaz, sadece belli bir kesimin kültürünü ve hayatını etkilerdi. Ancak durum böyle olmamış, daha başlangıçtan itibaren İslam'ın gittiği her yere sünnet de gitmiştir. Zaten sünnet olmadan İslam'ı tasavvur etmek mümkün değildir.
Ancak şurası bir gerçektir ki on dört asır boyunca devam eden isnad veya hadis rivayet zinciri İslam dünyasının bazı bölgelerinde XX. yy'da kesintiye uğramıştır. Bu bölgeler arasında en dikkati çeken ise Türkiye'dir. Ancak isnad yoluyla hadis rivayeti İslam dünyasının bir çok bölgesinde günümüzde sınırlı bir ölçekte hala devam etmektedir. Suriye, Hindistan ve Pakistan da isnad geleneğinin çok zayıflamış olarak da olsa hala devam ettiği bilinmektedir.

HADİS RİVAYET AĞININ NESİLLER ARASI KÜLTÜREL DEVAMLILIĞA KATKISI:

Hadis rivayeti Hz. Peygamber zamanından günümüze kadar kesintisiz olarak devam etmiştir. Her nesil ilim akışını sağlayan bu zincir içinde bir halka vazifesi görmüştür. Böylece Sünnet bütün nesillerin kültür ve hayatını şekillendirmiş, nesiller arası kültür birliği sağlanmıştır. Ancak bir de bunun tersini düşünelim. Eğer bir veya birkaç nesilde hadis rivayet zinciri kopsaydı, bir daha bu zincirin yeniden inşası mümkün olmazdı. Bunun sonucu olarak da nesiller arası kültür farklılığı doğar, çağlar boyunca süren İslam kültür birliği gerçekleşemezdi.

Grafik 2: Tarih Boyunca Hadis Hafızlarının Sayısının Yükseliş ve Düşüşü, 610-1505.



İlgili grafikte görüldüğü gibi, hadis rivayet ağı içinde hafızların bir grup olarak hacmi sabit kalmayıp, belli dönemlerde değişime uğrasa da hadis hafızlarının ilişkiler ağı kesintisiz olarak 26 tabaka boyunca devam etmiştir. Gene bu grafik ortaya koymaktadır ki Kütüb-i Sitte olarak bilinen derlemelerin otorite kazanıp yaygınlaştığı dönemden sonra hadis hıfzına yönelik ilgide azalma başlamıştır. Hadis hafızları hadislerin muhafazası konusunda belli bir başarı elde edince kendi mesleklerine olan ilgi ironik bir şekilde azalmıştır çünkü sahih kitapların standart hale gelmesiyle, önceki dönemlerde olduğu gibi ezberlemeye ihtiyaç azalmıştır.


HADİS KÜLLİYATI SIHHATINI KORUMASAYDI DİNÎ BİRLİK MÜMKÜN OLUR MUYDU?

Eğer İslâm dünyasının her tarafında tek bir hadis külliyatı değil de farklı bölgelerde farklı hadis külliyatları hâkim olsaydı, o takdirde Müslüman toplumda bir parçalanma söz konusu olurdu. Nitekim Ehl-i Sünnet ve Şia arasında hadis anlayışları ve saygı gösterdikleri hadis külliyatı açısından göze çarpan bir farklılık vardır. Sünnî dünyada saygı duyulan Kütüb-i Sitte'ye Şiî dünyada saygı duyulmaz. Ayrıca Şia imamlarının sözleri de hadis kabul edilir, halbuki Sünnîler sadece Hz. Peygamber ve ashaba dayanan rivayetleri hadis kabul eder
Hadis rivayet ağının yapısı asırlar boyunca gelişerek işlevini yerine getirmeye devam etmiştir. Muhaddislerin bütün İslam dünyasını daha etkin bir şekilde ortak bir hafıza etrafında birleştirmelerine katkıda bulunan tekâmül safhalarından bazıları şöylece sıralanabilir.
Şifahi rivayetin hakim olduğu bir dönemden yazılı rivayetin hakim olduğu bir döneme geçiş
Şahsi hoca-talebe ilişkisine dayalı eğitimden Darulhadis'lerin açılmasıyla kurumsal eğitime geçiş
Dağınık literatür yerine Kütüb-i Sitte'nin bütün Sünnî dünyada büyük ölçüde kabul edilmesi
Tenkit usulleri konusunda bütün ümmet tarafından kabul edilen standart bir tenkit metodunun ortaya çıkması
Bu tekâmül safhaları bir taraftan hadis rivayetini daha standart ve güvenilir hale getirirken diğer yandan hadisin Müslüman toplum üzerindeki inşâî fonksiyonunu daha etkin hale getirmiştir.

darsane.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder